Suriye'de "yabancı" olarak kaydedilenler ülke dışına çıkamazlar. Kimlikleri üzerine şunlar yazılmıştır: "Bu belge yurt dışına çıkmak için geçerli değildir". Ülke içi seyahate gelince, bunlar bir şehre varıp geceleyin bir otelde kalmak istedikleri zaman bu otelin bağlı olduğu semtin polis merkezinden gece kalma iznini almalıdırlar. Kendilerine Kırmızı Kimlik verilenlere yurt dışına çıkma pasaportu verilmiyor. "Yabancı"lar resmi işe girme ve serbest çalışma alanlarında da hak mahrumiyetiyle karşı karşıyadırlar. Bu gibi kimselerin aldıkları diplomalar da pratikte fazla bir şey ifade etmezler. Örneğin hukuk mezunu bir kişi avukatlık yapma imkanları kendisine tanınmayınca ya bir sıvacının yanında amelelik yaparak, ya da pamuk tarlasında güneşin altında çalışarak geçimini sağlamak zorunda kalıyor. En küçük bir muhalefet gösterdiğinde ise bilinen "dört yıldan başlar" sözünün gereği olarak zindana atılır. Kürtler ülkedeki sosyo-ekonomik reformlardan da yararlanamazlar. Bu bağlamda toprak reformu çerçevesindeki çiftçilere verilen toprak Kürtlere verilmemektedir.
Nevzat Bingöl, Kuzey Cephesi adlı çalışması ile 90 gün boyunca televizyonlardan izlediğimiz savaşın göremediğimiz yanlarını aktarıyor bizlere. Televizyonların sunduğu görüntülerin ne kadar vasat olduğunu, haberi yapan muhabirin ne kadar zahmetli bir iş çıkardığını ayrıntılarıyla anlatan Bingöl, bir yandan tarihe tanıklığın hakkını verirken, diğer yandan yaptığı gözlemlerle savaşın tutanakçısı bir kimlikle karşımıza çıkıyor. Ölümle iç içe geçen 90 gün...
1984’ten sonra Güneydoğu Bölgesi'nde yapısal anlamda büyük değişimler meydana geldi. Özellikle şiddet ortamından kaynaklanan sorunlar nedeniyle Güneydoğu'dan batıya doğru büyük nüfus, sermaye ve beyin göçü yaşandı. Yeni yüzler ortaya çıktı ki bu "koyunun olmadığı yerde keçiye Abdurrahman Çelebi" misaliydi. Bu yıllarda bölge halkıyla birlikte gazeteciler çok büyük sıkıntılar yaşadı. Örgüt ya da devlet tarafından yasaklanan gazeteler, Örgüt-Devlet-Hizbullah-Rantiyeci arasında sıkışıp bıçak sırtında haber yapmaya çalışan, kalemini asla satmayan gazetecilerin olduğu bir dönem olarak hatırlanır, o karanlık yıllar. Yine bu dönemde onlarca haberci infaz edildi. Ancak haberciler, yaptıkları işin kutsallığına inanarak sürdürdüler mesleklerini. DGM'ler vardı, hemen hemen yolu düşmeyen kimse kalmamıştı, haberciler kimi zaman haber toplamak amacıyla, kimi zaman da kendileri yargılandıkları için habere konu olarak giderlerdi. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemeleri'ne Bu "yapısal değişiklikler" Türkiye'de olduğu gibi bölgeyi de etkiledi. İstanbul basınının plazalaştığı dönemlerde bölge basınında da yozlaşmalar meydana geldi. "Asparagas haber" kültürü bölge basınının da literatürüne girdi. Kitapta trajik-komik öyküler eski gazetecilerin başlarından geçen olaylar anlatılmaktadır; komik asparagas öyküler ise "yeni nesil" yetişen habercilerin yaptıkları "senaryolu haberlerden" oluşmaktadır.
“Ben Van’da müftüydüm. Üstadım bana haber gönderdi, orduda dinsiz subaylar yetişiyor, bunlar ileride din için tehlikelidir, bize iştirak et, biz bu dinsizlere isyan edeceğiz. Ben de cevaben dedim ki; Bu orduda 100.000 evliya var. Birkaç dinsiz için bunlara kılıç çekemeyiz. Üstadım Seyda Selim geleceği daha iyi gördü. Ben göremedim ama intikamımız alınacak.”
Tek başına gazetecilik yapmak zorundasın, yaşadığın coğrafyada. Zira güçler dengesi de, doğa da her an değişebilir. Güven duyup yaslanacağın tek şey vicdanın kalır sana... Halk için Hak'tan ayrılmadan gazetecilik çok zor ama bir o kadar da gurur verici.